22 Haziran 2010 Salı

Seyrek Bir Şekilde Rastlanan



Uyumaya çalıştım. Tavana baktım. Hatta tavandaki yıldızlara isim bile taktım. Notra, Osari, Mevar.. Olmadı yıldızları dolaştırdım evrende. Oradan oraya.. ben de onlarla dolaştım; küçük prens misali. Ama yine de uyuyamadım. Uyuyamadım. Uyuyamadım. Güzel Notra bile beni uyutamadı.

Daha sonra bardaktaki suyu düşünmeye başladım. Bardakta öyle şekillere girmişti ki. Bardakta kıvrım vardı; su oraya hemen yerleşiyordu. Dolmak istiyordu, gitmek istiyordu, kıvrılmak istiyordu. Peki bardakta her şekle giren bu suyu biz neden hak ettiği şekilde sevemiyorduk, değer veremiyorduk. Bu çok derin bir konuydu. Kabus gibiydi. Evet, bu düşünceler altında Hollywood filmlerinde Özgürlük Heykelini deviren dalga dalga gelen su, beni de kabusumda öldürebilirdi. Neden biz onu korumuyorduk?

Sonunda suyu atlatmayı başardım. Dakikalar ilerliyordu ve ben hala çırpınıyordum. Dua da etmiştim. Bildiklerimi sıralamıştım. Eeeee? Sonra durumu çaktım. Mutlaka bir şey unutmuştum. Hem de önemli ki, bana uyku zulmü çektirtiyordu. Diş fırçalama (evet çok önemli), kapı kilidi, son kez içilen kahve için ocakta bırakılan suyun ateşi.. yoo bunlar değildi. Neydi be o zaman.
Yanıt 15 dak. 27 sn. sonra geldi..

''wake up!''

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder