9 Temmuz 2010 Cuma

Umut Hala Var







Bu çocuklar neyi anlatıyor, neyi temsil ediyor? O kadar basit ki.. Birkaç kelimeyle ifade edilebilecek bütün güzel şeyleri.. Sevgi, dostluk, barış, insanlık.. Peki ya o suya düşen ateşler nasıl ifade edilir.. Kan (yazarken bile ürperdim), korku, ölüm, karanlık, acı..

Çocuklar biz insanlardan(büyüğüz ya biz) daha farklı düşünür. Yargısız, temiz, doğru.. Ve biz onlara verdiklerimizle, yaşattıklarımızla sorumluyuzdur. Çünkü onlara bu dünyadaki bütün güzellikleri vermek bizim görevimizdir. Zaten onlar annelerinin-babalarının, sevdiklerinin yanında sağlıklı oldukları zaman; uçurtmalarla, balonlarla sokaklarda bağıra-çağıra oynadıkları zaman, okula öğrenmeye gittikleri zaman, bisiklete bindikleri, gece yataklarında renkli düşlere daldıkları.. zaman çok mutludur. Bütün bunların hepsini göremeyen ya da çok azıyla yetinen çocuklar var bu dünyada. Bu nedenler savaş, acımasızlık.. yüzünden çıkıyorsa, o halde ben susamam. Çünkü bu haksızlıktır. Bütün çocuklar, insanlar iyi şartlar altında yaşamayı hak eder. Bu hakkı elden almaya söz bulamıyorum..

Ama çocuklar, insanlar umut etmeye, yüreklerinden kopanları paylaşmaya devam ettikleri sürece, sesimiz çıkıyorsa dünyadaki bütün zulümler için.. umut hala vardır.

Aklıma Nazım'ın bu şiiri geldi. O kadar iyi söylüyor ki..

Dünyayı Verelim Çocuklara

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler

Nazım Hikmet

Boş Değil, Dolu Film



Coen Biraderlerin son yayımlanan filmi.. Çoğu kişi tarafından A Boring Man olarak adlandırılsa da; aslında film herkese hitap edebilecek derecede zekice yazılmış, iyi oynanmış farklı bir film. Evet Coen'lerden pek beklenmeyecek bir film olabilir ama zaten onlar Coen'ler değil mi? Larry Gopnik ve ailesinin tuhaf ve anlamsız davranışlarını hepimiz yaşamıyor muyuz? Hayata bakışıyla, mizahıyla, yahudiliğe de değinmesiyle.. fazlasıyla olmuş bir filmdi. Hele o renklerin, sahnelerin ağırlığı, diyalogların doğal, bildik, garip hali.. 20.yüzyılın başlarından, 1960'lara, bütün bir zamana yayılacak film.

A Seirous Man'nin hatırlattığı üzere 'Somebody To Love'

Jefferson Airplane - Somebody to love

29 Haziran 2010 Salı

Göze Kaçıp, Acıttı ama Çaresi Vardı

Günler geçiyor.. Hem de öyle hızlı bir şekilde ki.. Mayıs bitti, yaz geldi çattı, yaz yağmurları kimisini bezdirdi, kimisini mutlu etti(beni mesela), meyveler değişti, okullar tatil oldu, sınavlar bitti, ülkem adına kayıplar oldu, canlar yandı.. Hepsi gün içinde yaşadığımız, gördüğümüz, hissettiğimiz, tattığımız şeyler. Zaman geçiyor ya işte ama acısı diner gibi gözükse de yine derinlerde kalıyor. İnsanı konuşturtmak istiyor. Arada bir kestane iğnesinin deriye batması gibi acıtıyor, beni çıkar diye bağırıyor.

Bilgi sahibi olmak için, en azından bir şeylerin farkında olabilmek için okumaya, görmeye çalışıyorum. Fark etmeye, kaçırdıklarımı, kaybettiklerimi yakalamaya.. Sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinden 'sesler' duymak çok iyi oluyor. Dört taraftan, her dilden, her inanıştan, her düşünceden insanların birlikte olduğu, aynı olduğu..düşünceleri okumak aydınlatıcı. Aynı olmaktan kastımsa şu: insan olmak. Yoksa hepimiz farklıyız, ayrı halkalardayız ama insanız işte!

Dünya denilen yerde, nefes alıp verirken, etrafımızdaki bizim dışımızdaki canlıların neler yaşadığını bilmek, görmek bence bir görevidir. Bunun ötesini yapabilmek de harikadır işte. Küçük Prens'i yine anmak isterim. O evreni dolaşır ya, gezegenleri ve insanların hayatlarına az değer ya, işte onun gibi olmak hep iyidir, hep içte hissetmektir.

Derdim ne suçu olmayanı kötülemek, ne yaralıyı daha da kanatmak, ne de insanları kutuplara çekmek.. Sadece gözümüzü-gönlümüzü açalım. Herkese.. açalım. Çünkü ancak böyle buluruz yolu. Afişte de görüldüğü gibi HUMANITY üzerine kurşunlar sıkılmasın.. sadece bu!

22 Haziran 2010 Salı

Seyrek Bir Şekilde Rastlanan



Uyumaya çalıştım. Tavana baktım. Hatta tavandaki yıldızlara isim bile taktım. Notra, Osari, Mevar.. Olmadı yıldızları dolaştırdım evrende. Oradan oraya.. ben de onlarla dolaştım; küçük prens misali. Ama yine de uyuyamadım. Uyuyamadım. Uyuyamadım. Güzel Notra bile beni uyutamadı.

Daha sonra bardaktaki suyu düşünmeye başladım. Bardakta öyle şekillere girmişti ki. Bardakta kıvrım vardı; su oraya hemen yerleşiyordu. Dolmak istiyordu, gitmek istiyordu, kıvrılmak istiyordu. Peki bardakta her şekle giren bu suyu biz neden hak ettiği şekilde sevemiyorduk, değer veremiyorduk. Bu çok derin bir konuydu. Kabus gibiydi. Evet, bu düşünceler altında Hollywood filmlerinde Özgürlük Heykelini deviren dalga dalga gelen su, beni de kabusumda öldürebilirdi. Neden biz onu korumuyorduk?

Sonunda suyu atlatmayı başardım. Dakikalar ilerliyordu ve ben hala çırpınıyordum. Dua da etmiştim. Bildiklerimi sıralamıştım. Eeeee? Sonra durumu çaktım. Mutlaka bir şey unutmuştum. Hem de önemli ki, bana uyku zulmü çektirtiyordu. Diş fırçalama (evet çok önemli), kapı kilidi, son kez içilen kahve için ocakta bırakılan suyun ateşi.. yoo bunlar değildi. Neydi be o zaman.
Yanıt 15 dak. 27 sn. sonra geldi..

''wake up!''

21 Haziran 2010 Pazartesi

Tüneller 'ışığa' açılacak mı?



Fotoğraf Gazze'deki bir tünelden, fotoğrafçı Sylvie LeClezio tarafından çekilmiş. Bu çok uzun kapsamlı, ayrıntılı, bilgilendirici yazı (running-the-gaza-blockade) da oraları gezip-gören; yerinde yaşayan, hisseden, iyi bir şekilde anlatan-paylaşan John Lyons..

Şöyle başlıyor Lyons ''IT'S hard watching a baby slowly die. He's only five days old and you can see how hard his little chest is thumping. He seems to be fighting to stay alive.''

''Küçük bir bebeği yavaşça ölürken izlemek zor. Sadece 5 günlük bir bebek ve küçük göğsünün nasıl zor attığını görebiliyorsunuz. Hayatta kalmak için savaştığı belli..''

Üstteki alıntıyı koyarak başlamak pek koysa da, kendi duygularıma da az dokunmak, az söyletmek istedim..

İsrail, Hamas, Mısır, ABD..
Çatışmalar boyunca her iki taraftan ölen insanlar, küçücük çocuklar, kadınlar, askerler.. elbette ölen sayısındaki fazlalığın hangi tarafta fazla olduğunu görmek o kadar zor değil.
Hastalıklar, açlık, bulunamayan-getirilemeyen ilaçlar..
Yapısı, yolları, çoktan bozulmuş şehirde, doğan güneşe sadece bir gün daha işte diye bakan; çocuklarını hayatta tutabilmek için uğraşan anneler..
Gazze'de, Filistin'de günler böyle akıp gidiyor. Akıl almayacak şekillerde insanlar tünellerden ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Evet tünel! Tünel gerçeğini geçtim bir de ihtiyaç karşılamak için paraya gereksinimleri varken.. işsizlik hat safdayken..
Yıllardır süren bu ablukada, belki son yaşanan olaylarla birlikte; Sauron'un Gözü misali herkes tekrar bu yaralı ülkeye bakıyor. Onlar da hayatlarını geri istiyorlar. Bebekleri, çocukları.. gelecekleri için.

http://www.theaustralian.com.au/news/features/running-the-gaza-blockade/story-e6frg6z6-1225878403448

18 Haziran 2010 Cuma

Düşüncelerle Oynamak


- Yalnız kalmak istediğimde neden biri beni rahatsız eder; arar, kafamı ütüler?
- Sarma dolması için çekilen çile sonunda, insanlar dolmaları löp löp yutarken; akıllarına nasıl zorlukla, sabırla yapıldığı gelir mi?
- Sokak lambaları gündüz gündüz neden yanar? Belediyeler gündüz vakti de önünü göremeyen ya da geceden fazla elektriğimiz kaldı diye mi düşünmektedirler?
- Çay hararet alır mı verir mi?
- Anneler neden bebekleri, çocukları hakkında konuşurken 'biz' diye bahsederler? Çocukla yapışık olduklarını falan mı sanırlar?
- Sinemada mısır patlağı yeme yasaklansa nasıl olur?
- Beyoğlunda 2'den fazla starbaks varken, kahve dünyasının olmamasına artık yanmasam mı?

Darth Vader'ı pohpohlama yazısı


"You don't know the power of the dark side!"

Darth Vader'a hissedilen nefret beni hep düşündürür. A New Hope'da ilk ortaya çıkan bu korkunç, sesiyle insanı olduğu yere mıhlatan; nefes-alıp vermesiyle karşısındakini çoluk-çocuk-genç-yaşlı demeden etkileyen bu adamın aslında nereden nereye geldiği elbette son yayımlanan seride ortaya çıkar. Seriye ilk 4-5-6 ile başlayanlar genelde kendisinden tiksinir, belki Return Of Jedi'da bu tiksinme yerini baba olmasının getirdiiği acıma duygusuyla yerini ılımanlığa bırakır. İşin ben tarafına gelirsem.. Seriyi 4-5-6 sırasıyla izlediğim halde (bundan da gurur duyarım her zaman)Darth Vader'ın (aka Anakin) çocukluğunu, gençliğini, aşkı-her şeyi Padme'nin hayatındaki yerini net olarak öğrenemeden onu sevmemin nedenleri ne olabilir?

1- Darth Vader bir insandır. İçinde bütün duyguları barındıran bir insan.
2- Onu Darth Vader'lığa iten sebepleri iyi anlamak-yorumlamak gerekir.
3- İmparator'un gücünü kullanmak istemesi; kendisinin de güç tutkusunun had safhalarda seyretmesi.
4- Maskesinin altındaki yüzü bir kez (son episode) görmemiz. Maske arkasında olan duyguları her zaman saklı, her zaman belirsiz. Bu da onu benim nazarımda daha iyimser yere oturtuyor.
.
.

dipnot:
Kendisinin zamanında masum çocukları katletmesine kesinlikle karşı olduğumu belirteyim! Orda onu yapmayacaktın bak Darth!

Peki ortaya şöyle bir sonuç çıkar mı.. Mesela 1-2-3'den başlayarak seriyi izleyenler Darth'ı daha çok sever, affeder gibi bir yargı da var diyebilir miyiz? Evet var, öylelerini de gördüm. Ama ters etki yapanları da gördüm.

Siyah ona yakışır, Padme'yi çok sevmek ona yakışır; güç, karanlık, sezgileri ona yakışır. Her şeye rağmen o doğru yolu geç de olsa bularak, tarafını karanlık gücü yok ederek seçmiştir, uygulamuıştır.

15 Haziran 2010 Salı

Tutunumayanların tuhaf etkileri 1

Cilt no. 22, Sahife no.669'da iki katlı ahşap evdei, medeni hali bekar, cinsiyeti erkek, dini islam bir çocuk dünyaya geldi.. diye devam eder Oğuz Atay.

Hepimizin bir sayfası olduğu yani hepimizin kitabın bir sayfasından, köşesinden, orasından, burasından; koyu-ince harflerle, büyük harflerin sertliğine, kızgınlığına; sayfa numaralarının azalması-artmasına göre; sayfayı olur olmadık şeylerle dolduran, belki de kağıdın kalitesine göre kitaba layık olmaya çalışan sayfa(yız)larız, sahibiz, kitabız, tozluyuz, canlıyız..

11 Haziran 2010 Cuma

Bob Dylan şarkıları kurtarsa keşke her şeyi

How many years can a mountain exist
Before it's washed to the sea?
Yes, 'n' how many years can some people exist
Before they're allowed to be free?
Yes, 'n' how many times can a man turn his head
Pretending he just doesn't see?
The answer, my friend, is blowin' in the wind
The answer is blowin' in the wind

Blowing In The Wind

9 Haziran 2010 Çarşamba

Dünü dört saatlik uykuyla bitirdim. Yorgun, tuhaf, sanatlı bir gündü.. Şöyle ki uzun zamandan sonra kültürel faaliyette bulundum. O kadar yorgunluk üzerine 2 saat rahatsız bir sandalyede tiyatro izlemek.. Sonuçta değişik bir akşamdı. Bugün bitirmem gereken kitabı hala bitirmediğim gerçeğini kendime hatırlatıp, neler var neler yok diye haberlere bakma vakti.

Bugün yeni bir gün

İlk defa yazıyorum.. yeni bir gün, yeni bir başlangıç. İyi şeyler olsun, insanlar iyi hissetsin, iyi hissederken önemli değerlerin farkına da varsınlar.